Son yıllarda Türkiye’de yükseköğretim kurumlarında gözlemlenen kontenjan düşüşü, hem öğrenciler açısından hem de eğitim politikaları bakımından dikkate değer bir sorun haline gelmiştir. Bu durum, eğitim sisteminin geleceği, öğrenci istihdamı ve toplumsal beklentiler üzerine birçok soruyu beraberinde getiriyor. Yıldan yıla azalan öğrenci sayısı, akademik kadroların etkinliğinden tutun da üniversite yönetimlerinin stratejilerinin yeniden gözden geçirilmesine kadar geniş bir yelpazede etki göstermektedir. Peki, bu düşüşün arkasında yatan nedenler nelerdir? Türkiye’deki üniversiteler hangi açılardan zorluklarla karşılaşmakta? İşte bu yazıda, üniversite kontenjanlarındaki azalışın sebeplerini ve sonuçlarını detaylı bir şekilde ele alacağız.
Üniversite kontenjanlarında yaşanan düşüşü analiz etmek için, öncelikle eğitimin temel dinamiklerini anlamak gerekir. Türkiye’deki üniversiteler, her yıl belirlenen kontenjanlarla öğrenci alımında bulunurken, bu kontenjanlar kaçınılmaz olarak birçok faktörden etkilenmektedir. Bunların başında, lise eğitiminde yaşanan kalite kaybı, demografik değişimler ve ilgi alanlarının değişmesi gelmektedir.
Son yıllarda, Türkiye'de genç nüfusun azalması ve doğum oranlarının düşmesi, üniversitelere başvuran öğrenci sayısında ciddi bir azalmaya neden olmuştur. 2020 ve sonrasındaki yıllarda, COVID-19 pandemisinin de etkisiyle birçok öğrenci yükseköğretim tercihlerini yeniden gözden geçirirken, bazı öğrenciler eğitime devam etme yerine çalışma hayatına yönelmeyi tercih etti. Bu durum, üniversitelerin kontenjanlarını doldurma konusunda daha fazla zorluk yaşamasına neden olmuştur. Ayrıca, öncelikle ciddi bir iş gücü açığı olmadığı ve iş bulma olanaklarının kısıtlı olduğu algısı, gençlerin üniversite eğitimine olan bakış açılarını olumsuz etkiliyor.
Kaliteli eğitim sunamayan üniversiteler, öğrenci çekme konusunda zorlanır hale gelirken, akademik başarı ve mezuniyet sonrası iş bulma oranları da gelecekteki öğrenci tercihlerine doğrudan etki ediyor. Ayrıca, pek çok üniversite, yüksek sayıda mezun vermesine rağmen, bu mezunların istihdam oranlarının düşük kalması da yeni öğrencilerin tercihlerini olumsuz etkileyen bir faktördür.
Kontenen düşüşü, yalnızca üniversiteleri değil, aynı zamanda eğitim sisteminin tüm yapı taşlarını doğrudan etkileyen bir durumdur. Bu düşüş, üniversitelerin kaynak yönetimini ve her bir akademik birimin varlığını sorgulatırken, yükseköğrenimden faydalanan öğrencilerin de iş bulma şanslarını tehdit etmektedir. Özellikle, devlet destekli üniversitelerin azalan kontenjanları, özel üniversitelerin de doluluk oranlarını etkilemiş ve bazı özel kurumlar için sürdürülebilirlik riski doğurmuştur.
Bir diğer önemli etken ise, üniversitelerin akademik kadrolarının geleceği üzerindeki belirsizliklerdir. Düşen kayıt oranları, üniversite yönetimlerini daha fazla maliyet kesintisi yapmaya veya öğrenci sayısını artırma konusunda yenilikçi stratejiler geliştirmeye yöneltmektedir. Fakat bu durum, eğitim kalitesi üzerinde baskı kurarak, sonuçta daha az nitelikli bir mezun havuzunun ortaya çıkmasına yol açabilir.
Üniversiteden mezun olan gençlerin istihdam oranlarının düşmesi, ekonomik sonuçlar doğururken, uzun vadede toplumda sadece işgücü değil, aynı zamanda düşünsel ve yaratıcı potansiyelin de azalmasına neden oluyor. Eğitimde kalite ve başarı artmadıkça gençler, giderek daha fazla yığılan sorunlarla karşılaşacak ve bu sorunlar yalnızca bireyleri değil, tüm toplumu etkileyecektir.
Sonuç olarak, Türkiye'nin yükseköğrenim sistemindeki kontenjanların düşüşü, bir uyarı niteliğinde olup, hem eğitimdeki kaliteyi artırmak hem de toplumsal ihtiyaçları göz önünde bulundurarak stratejik adımlar atmanın gereğini ortaya koyuyor. Eğitim politikalarının, bu düşüşü aşağıya çekme hedefi doğrultusunda yenilikçi çözümlerle desteklenmesi, gelecekteki nesillerin doğru yönlendirilmesi ve daha kaliteli bir eğitim alabilmesi için şarttır. Eğitim sisteminin, gençlerin potansiyelini en üst düzeye çıkarması için herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi şarttır.